Cumhuriyetimizin 99. yılındayız; kurucu inkılapların uygulanması uzun yıllar tartışıldı. Belli zamanlarda hala tartışılıyor. Belki de önümüzde duran yeni bir dünya düzeni ve büyük dönüşüm iddiaları bütün ülkelere pek çok alanda özeleştiri yapmayı kaçınılmaz kılıyor. Peki, Türkiye’de Cumhuriyet’e geçişte ve akabinde yaşananlar halkı nasıl etkilemiştir? Tepeden inmeci bir dönüşüm bizi hangi noktaya getirmiştir? Genç yazarlarımızdan Furkan Kalembaşı yaptığı sorgulamayı KASAM için kaleme aldı.
Furkan Kalembaşı
Osmanlı modernleşmesinden bu yana yaşananlara baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme hareketlerini bu yaşananlardan ayrı değerlendiremeyiz. Jön Türklerle başlayan hareketlenme Osmanlı döneminde yeni bir muhalefet doğurmuş, kısmen İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle de idari bir söylem halini almıştır.
Fransız devrimi sonrası oluşan kaotik, tepeden inmeci ve keskin çizgiler içeren jakoben düşünce, Türkiye topraklarında da benzer bir şekilde inkişaf etmiştir. Aslında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni tam anlamıyla jakobenist olarak nitelendirmek yanlış olacaktır. Ancak cemiyetin kurucu kadrosu itibariyle bu yaklaşımı yok saymak da yanlış olacaktır. Cumhuriyetle beraber bu siyaset tarzı bir politika haline gelmeye başlamıştır. Cumhuriyetin kurucu kadrosunun fikrî altyapısı ve yeni kurulan devletin düzenini belirleyen amiller, İttihatçı cemiyetin benimsediği ekollerle bu siyaset tarzının kuvvetlenmesini sağlamıştır.
Kurucu Fikirler Batı’dan Mülhem
“Halk için halka rağmen” gibi sloganlar bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu, halkın genel ihtiyaçlarını tam anlamıyla kavramış gözükmemekle beraber dayatmacı bir uygulama da içermiyor.
Türkiye halkını kendi kültür kodlarından ayrı değerlendirmek anlamsızdır. Türk halkının kültürel kodlarını yok saymak daha da anlamsızdır. Modernleşme hareketleri Osmanlı döneminden bu yana yapılsa da ihtilalci nitelikte bir değişimin yaşanmamış olması cumhuriyetle beraber bazı meselelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Asker kökenli bir yapının devletin başında olması ve devrim hareketlerini yürütmesi, inkılapların dayatmacı olması en büyük etkenler arasındadır.
Osmanlının son dönemi düşünüldüğünde cepheden cepheye koşan ve sadece savaş görmüş insanların bir anda üniformalarını çıkarıp berrak bir zihinle yeni kurulan devleti planlamaları beklenemezdi. Bu durum da bizi cumhuriyetin kurucularının fikri olarak ilhamlarını nereden aldıklarını anlamaya itmektedir.
Cumhuriyetin fikri altyapısının tamamen Batı’dan alındığını söylemek yanlış olacaktır. Yeni Türkiye ilk yıllarında doğu despotizmini de kendi içinde barındırır, ancak bazı noktalarda belki de en kritik noktalarda alınan kararlarda bizi Batı’nın etkilediği gözle görülür bir şekilde ortadadır.
Türkiye’de Fransız Laikliğine Geçiş Halkı İki Gruba Ayırdı
Yapılan altı devrimden günümüzde en çok konuşulanı laikliktir. Laiklik denilince akla gelen ilk yer Fransa olsa da aslında buradaki tek seçenek Fransa değildir. İngiliz tipi bir laiklik (sekülerlik) var olsa da bizi ilgilendiren Fransa modelidir. Çünkü Türkiye’de örnek alınan model Fransız yapımıdır.
Fransız laikliği din ve devlet işlerinin ayrılması üzerine değil, dinin devletin istediği şekilde yaşanması veya yaşanmaması üzerine kurulu bir yapıdadır. Türkiye’de laiklik sadece uygulanmıştır. Laikliğin fikrî yapısı hakkında Cumhuriyetin kurucularının fikirlerinin ne olduğunu hala bilmiyoruz, onlar bu yapıyı nasıl kurdular? Neden böyle bir devrim yapma ihtiyacı hissettiler? Bu devrim özelinde bu soruların hepsi cevapsızdır, yazılı herhangi bir bildiri olmadığı için biz laiklikle ilgili yapılan uygulamaları sadece meclis zabıtlarından veya o dönemde yaşanılanların yazıya dökülmüş hallerinden okumaya çalışıyoruz.
Türkiye anayasasında olan laiklik üzerine devletin kurucularının ne düşündüğünü bilmemek ve sadece tahminler veya uygulamalar üzerinden bu yapıyı okumaya çalışmak bizi sağlıklı sonuçlara götürmekten uzaktır. Yapılan altı devrimin fikrî yapısı bir kenara bırakıldığında asıl bakılması gereken konu devrimlerin uygulanış şeklindedir.
Türkiye’de devrim tepeden inerek dayatmacı bir şekilde yapılmıştır. Gelenek, kültür ve tarih reddedilmiş; yeni bir ulus inşa edilmeye çalışılarak cumhuriyetin temelleri atılmıştır. Bunlar olurken Türk halkının genel yapısı korunmaya çalışılmaktan ziyade halkın ne giyeceğine, ne okuyacağına, ne yiyeceğine, nerelere gideceğine hatta nasıl kalem tutacağına kadar yönlendirmeler olmuştur.
Bu durum Türk halkını iki kutba ayırmıştır: Bir yanda devletin istediği gibi olanlar bir yanda devletin istediği gibi olmayanlar…