Bugün 27 Mayıs darbesinin yıldönümü. Hoş olmayan bir tarihin hatırlandığı günlerden biri. Türkiye’de belli dönemlerde yapılan darbelere halkın sessiz kaldığı söylenmiştir. Fırat Semih Avşar, Cumhuriyet tarihinde yaşanan darbelere verilen tepkileri kıyaslayarak ülkemizdeki darbe geleneğinin hangi noktaya geldiğini sorguluyor.
Fırat Semih Avşar
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 1960 darbesiyle başlayan darbeler, yapanların bir yaptırımla karşılaşmamaları nedeniyle günümüze kadar devam etmiştir. Her darbe Türkiye’yi ekonomik planda ‘kurtarmayı’ barışı, özgürlüğü vaat etmiştir. Ancak darbelerin sonucunda bunların tersine durumların yaşandığını biliyoruz.
Türkiye’deki darbelerin genel nedenleri arasında ordunun kendisini devletin kurucu unsuru olarak görmesi, siyaset kurumunun zayıflığı, muhalefetin bazı unsurlarının belli dönemler darbeye destek vermesi, bazı başka ülkelerin destekleri sayılabilir. Darbeler bazen de terörü ortadan kaldırmak, ülkenin komünizme teslim olmasını önlemek, anayasayı korumak ve her zaman Atatürk ilke ve inkılâpları, laikliği korumak ve irtica tehlikesiyle savaşmak için yapılır.
Osmanlı döneminden beri yaşanan darbeler sebebiyle Türkiye’de kabul ettirilmeye çalışılan bir darbe kültürünün olduğu hissettirilmiştir. Türkiye’de devletin kuruluşunda başrol oynayan ordu, hiçbir zaman ülkenin sorunlarını diğer kurumlarla iş birliği içinde çözmeye çalışmamıştır. Ya siyasi makamları doğrudan ele geçirmiş ya da uygun gördükleri kişileri bu makamlara yerleştirmişlerdir. Böylece Türkiye’de ordu siyasete müdahale etmeyi alışkanlık haline getirmiş, siyasete dâhil olmayı kendisine verilmiş bir hak olarak görmüştür.
27 Mayıs 1960 Darbesi
Ülkeyi, girdiği dar boğazdan kurtarmak için Adnan Menderes ve hükümeti çareler ararken, ordudaki cuntacılar da Demokrat Parti’yi etkisiz hale getirmek, hatta iktidardan uzaklaştırmak istemişlerdi.
1960 darbesi, üç dönem arka arkaya tek başına iktidara gelmiş olan Demokrat Parti’ ye karşı yapılmıştı. Milli Birlik Komitesi tarafından gerçekleştirilen darbe sonrasında, bütün antidemokratik yöntemler devreye girmişti. Milli Birlik Komitesi idareyi ele alıp Anayasa’yı ve TBMM’yi feshetmiş, siyasi faaliyetleri askıya almıştı. Darbe sonrası Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başvekil Adnan Menderes, hükümet üyeleri, asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri gözaltına alınmıştır.

12 Mart (1971) Muhtırası
“Meclis açık ama demokrasi tatilde”.
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir muhtıra verilerek Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel başkanlığındaki hükümet istifaya zorlandı. Demirel, muhtıraya karşı direnmeden istifa ettiği için şapkasını alıp gitmekle suçlandı. Süleyman Demirel: ”istifayı yazdım ve çıktım. Ne yani evime giderken şapkamı başbakanlıkta mı bıraksaydım?” demiştir.
Parlamento ve partilerin kapatılmadığı, anayasanın askıya alınmadığı 12 Mart 1971 müdahalesi emir komuta zinciri içinde yapılan ilk muhtıra olma özelliğini taşımaktaydı. Dönemin başbakanı Demirel, Cevdet Sunay’ın darbeden bir gün önce haberdar olduğunu fakat kendisini haberdar etmediğini söylemiş, eğer haberdar etseydi tedbir alabileceklerini ve darbeye kalkışanları emekli edebileceklerini ifade etmiştir. Demirel’e göre C. Sunay, bir dönem daha cumhurbaşkanı kalabilme karşılığında darbeye karşı sessiz kalmıştır.
12 Eylül 1980.
12 Eylül darbesi öncesi Türkiye politik, ekonomik ve sosyal olarak oldukça sıkıntılı bir dönemden geçmekteydi. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonucu Türkiye’ye ağır ekonomik ambargo başlatılmıştı. Türk Lirasının değeri düşmüş ve enflasyon %100’ü aşmış durumdaydı. Pek çok temel ihtiyaç malzemesi bulunamıyordu.
Türkiye’de ideolojik kamplaşmalar oluşmuş sağ-sol çatışmaları başlamıştı. Sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen güvenlik sağlanamıyordu. 12 Eylül darbesinin olduğu gece Amerika Birleşik Devletlerinin Güvenlik Konseyi Masası Şefi Başkan Carter, “senin çocuklar işi bitirdi” demiştir. Önceki iki darbede de ABD’nin etkisi bulunmasına rağmen 12 Eylül darbesinde ABD’li yetkilinin kullanmış olduğu bu ifade Türkiye’deki darbelerde ABD’nin etkisinin ilanı olarak kayda geçmiştir. Darbe döneminde idamlar da olmuştu.
28 Şubat 1997
28 Şubat olaylarında bazı sivil bürokratların ve medyanın kışkırtmaları 28 Şubat “post-modern darbesi” için zemin hazırlamıştır. Sürece dâhil olan sivil toplum kuruluşları, sendikalar, üniversiteler darbeyi hızlandırmıştır. 28 Şubat öncesinde de sonrasında da Demirel askeri kışlada tutmaya çalıştığını ifade etmiştir. Genelkurmay ikinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir “Demokrasiye balans ayarı yaptık” demiştir. Mesut Yılmaz, “Askerlerin tepkisi demokratiktir, şunu vurgulamak istiyorum, asker gırtlağına kadar siyasetin içindeydi” demiştir.

27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin aksine askerler 28 Şubat’ta yönetime bizzat el koymamış, medya üzerinden hükümete karşı bir mücadeleye girişmişlerdir. Askerlerin hükümeti görevden zorla almaması da 28 Şubat’ın bir post modern darbe olarak anılmasına yol açmıştır.
28 Şubat döneminde başörtüsü meselesi gündeme getirilmişti. Böylece kadınların hem giyinme şekline müdahale edilmiş hem de okuma hakları ellerinden alınıştır. İslam’dan uzaklaşarak kendilerini Batı’ya yakın gösterebileceğine inanan ve böylece modern bir devlet olunabileceğini düşünen görüşler yüzünden insan hak ve ihlalleri 28 Şubat döneminde çiğnenmiştir.
2000’li Yıllar…
2000’lere gelindiğinde durum pek de farklı değildi…
2007 Cumhurbaşkanlığı süreci ülkede istikrarı ve siyasî atmosferi yerle bir etmiş, siyasi partiler başta olmak üzere STK ve basın bu olayları hükümeti tasfiye programına çevirmiştir. Mitinglerde “ordu göreve” pankartları açılmıştır.
27 Nisan 2007 gecesi Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde yayınlanan bir metin gündem olmuştur. Bu metne göre, Cumhurbaşkanlığı seçimini tartışmak laikliğin tartışılmasıyla aynıydı. Türk Silahlı Kuvvetleri, yaşanan tartışmalarda taraf olarak laikliğin kesin savunucusuydu ve yapılan tartışmaları kesin olarak reddediyordu.
Ve 15 Temmuz…
Halkın sokaklarda nöbet tutmaya başladığı 15 Temmuz 2016 gecesindeki darbe girişimini Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki bir grup başlattı. Kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” olarak adlandıran Fethullahcı terör örgütü mensubu askerler tarafından yapılmaya çalışılan darbe girişimi başarısız oldu.
Darbeci grup, darbe kalkışmasını meşru göstermek için çeşitli sebepler öne sürmüştür. Ancak sebepler ne olursa olsun halk tarafından seçilmiş bir yönetimi zorbalıkla devirmek kabul edilebilir bir şey değildir. Askeri hareketlilik esnasında Marmaris’te bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CNN canlı yayınına görüntülü telefon görüşmesi ile katılmış, girişimin Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılmadığını belirterek halkı meydanlara, köprülere ve hava limanlarına davet etmiştir.
Reisicumhur’un davetiyle halk sokaklara dökülmüş, ilçelerde camilerden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın emriyle selalar okunmuş, darbeler karşısında Cumhuriyet tarihinde ilk olarak 15 Temmuz darbe teşebbüsüne karşı başta cumhurbaşkanı olmak üzere siyasi partiler, emniyet güçleri, vatansever askerler, sivil toplum kuruluşları ve en önemlisi halkın büyük bir bölümü darbecilere karşı direnmiştir.
Hem Osmanlı Devleti’nde hem de Türkiye Cumhuriyeti’nde görülen askerin hükümete müdahaleleri (15 Temmuz darbe girişimi hariç) çoğunlukla bürokrasinin ya da askeri çevrenin kendisini halktan ve siyasi iradeden üstün görme gücü çerçevesinde açıklanabilir. Ayrıca 15 Temmuz ile yüzlerce senelik darbe geleneğine karşı yeni bir kültürün oluştuğu da söylenebilir.
Fırat Semih Avşar (İstanbul Medipol Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi öğrencisi)