Gönüllü Eğiticiler Okulda Kalmalı

Türkiye’deki okullarda vatandaş olmayan 12 bin gönüllü eğitici var. Sosyal güvenceleri yok, sigortalı değiller ve ayda sadece 2 bin TL ücret alıyorlar. Ücretleri UNICEF tarafından ödeniyor. KASAM akademik kurul üyesi Prof. Dr. Bekir Berat Özipek, Suriyeli mültecilerle ilgili olarak bu konuda gönüllü eğiticilerin daha işlevsel olabilmelerinin koşullarını ele alıyor.

Suriyeli öğrencilerin bulunduğu okullarda görev yapan gönüllü eğiticilerin görev süresi Temmuz ayı itibarıyla doldu.

Yaklaşık yedi yıldır, Suriyeli çocukların bulunduğu okullarda eğitime destek veren gönüllü eğiticiler, hızlı bir çözüm üretilmediği taktirde, artık okullarda görev yapamayacaklar.

Bu noktada gönüllü eğiticilerin durumunu masaya yatırmak, konuyla ilgili yaklaşımları değerlendirmek önem kazanıyor.

Gönüllü eğiticiler meselesini nasıl ele almalı? Artık işlevlerini tamamladılar mı yoksa onların okullardaki varlığı hala işlevsel ve önemli mi? Mevcut durum ve sorunlar nedir ve çözüm için atılması gereken başlıca adımlar neler olmalı? Ama bütün bunlardan önce gönüllü eğiticiler kimlerdir ve ne işi yaparlar?

Kendisi de gönüllü bir eğitici olan Taha Elgazi’nin düzenlediği bir online yuvarlak masa toplantısında, gönüllü eğitici olarak görev yapan dört kadın öğretmenle bunları konuştuk. Bu rapor, orada dile getirilen görüşlerin de katkısıyla şekillendi.

Sosyal Medyada Hedef Gösterilen Gönüllü Eğiticiler kimdir?

Öncelikle, konuyla ilgili bazı bilgileri paylaşmak veya hatırlatmak yararlı olabilir.

Gönüllü eğiticiler dediğimiz kişiler aslında öğretmen. Ama geçen yedi yıla rağmen Türkiye’de işlerini, mesleklerini yapmaları için gerekli düzenlemeler yapılmadığı için öğretmen statüsünde değiller. Bu anlamda diğer meslek mensuplarıyla aynı kaderi paylaşıyorlar.

Arapça konuşan ve ağırlıklı olarak Suriye kökenli olan bu kişiler, Suriyeli çocukların yoğun olarak bulundukları okullarda görev yapıyorlar. Sınıflara girmiyorlar ve ders vermiyorlar. Asıl işleri eğitim faaliyetlerine yardımcı olmak; sığınmacı çocuklar ve aileleriyle eğitim sistemi ve okul arasında köprü olmak. Görevleri tercümanlıktan okulda çıkan sorunların çözümünde rol oynamaya kadar uzanıyor.

Şu an okullarda 12 bin gönüllü eğitici var. Sosyal güvenceleri yok, sigortalı değiller ve ayda sadece 2 bin TL ücret alıyorlar. Ücretleri UNICEF tarafından, PTT Kart aracılığıyla ödeniyor (Bu insanların PTT şubelerindeki fotoğrafları sosyal medyada yayınlanarak “işte devletten maaş alan Suriyeliler” diye gösteriliyor).

Bu öğretmenlerin Temmuz ayı itibarıyla görevlendirmeleri sona erdi. Kararın gerekçeleri arasında SGK’nın onları bazı yerlerde (Kilis örneği veriliyor) “sigortasız çalışan” görerek ceza kesmesi gibi uygulamalarda somutlaşan kurumlar arası uyum ve irtibat sorunları da var.

Duyumlara göre yeni dönemde sadece üniversite mezunu olanlar ve belirli bir Türkçe konuşma düzeyine sahip olanlarla yola devam edilecek; bu da 4 bin kişi kadar bir sayıya denk geliyor. Ancak kaynak ülke ile yaşanan kopukluk dolayısıyla üniversite mezunu olduğunu belgeleyemeyenler var. Bu da daha az sayıdaki öğretmenin görevine devam edebileceği anlamına gelir.

Üniversite şartı ile ilgili olarak öğretmenler tarafından dile getirilen anlamlı bir itiraz var. Bu da onlara yüklenen işlevin bu şartı anlamlı kılmadığı yönünde. “Biz sınıfa girmiyoruz. Biz tercümanlık ve nöbetçilik yapıyoruz okullarda, bunun için de özel bir üniversite eğitimi gerekmiyor” diyor Betül Öğretmen.

“Bizi belirsizlik durumunda bırakmayın” diyor Taha Elgazi de. İçinde bulundukları durumu şöyle açıklıyor:

Şu an asıl talebimiz bakanlıktan, devlet yetkililerinden, Suriyeli öğretmenlerin durumunun nereye gittiğini öğrenmek. Bu istikrarsızlık gerçekten bütün aileleri şu an perişan halde bıraktı. Bazı öğretmenler evlilik yüzüğünü satmaya başladı, evde bir şey kalmadı. Devlet yetkililerinden birisi çıkıp da bizim durumumuzu bize anlamıyor. Kime sorsanız, ‘Bilgi yok, haber gelmedi, daha bir şey yok bilmiyoruz’ diyorlar. Oysa bu ‘bilmiyoruz’ kelimesi o kadar basit bir kelime değil. 12.500 ailenin hayatını bu kelime belirliyor.”

Oysa meselenin insani boyutu bir yana, onların okullarda katkı yapmaya devam etmesini ve bu katkının daha nitelikli bir hale getirilmesini gerektiren birçok sebep var.

Neden görevlerine devam etmeleri sağlanmalı?

Öncelikle sosyal uyum açısından onların varlığı hala çok işlevsel. Bu süreç henüz tamamlanmış değil ve özellikle de okullarda onu güçlü kılmak gerek. Bu öğretmenler, öncelikle Suriyeli öğrencilerin kendilerini güvende hissetmelerini sağlıyor. Taha Elgazi, “okullarda bu öğretmenler olmazsa Suriyeli öğrenciler kendilerini gariban hissedecekler” diyor. Aileler için de önemli bu. Sadece onların oradaki varlığı bile pek çok ailenin çocuğunu okula gönül rahatlığıyla göndermesini sağlıyor.

Bu anlamda Suriyeli öğretmenlerin okullardaki varlığı, öğrencilerin okulda kalmasını da kolaylaştırıyor. “Suriyeli öğrencimiz sorun yaşadığı zaman bunu çözen çoğu kez Suriyeli öğretmen oluyor ve öğrenciler onu gördüklerinde güven duyuyorlar” diyor Hanaa Öğretmen. Bu sadece onun gözlemi değil. Özellikle çocuğunu kayıt için ilk kez okula getiren aileler açısından, orada kendi dillerini konuşan bir öğretmenin varlığının güvence anlamına geldiği, konuyla ilgili başkaları tarafından da dile getiriliyor.

Aslında yapılması gereken, bu öğretmenlerden öğretmen olarak yararlanmak olmalı. İlkokuldan üniversiteye kadar yabancı dil dersi verip de o dili konuşamayan çocuklar yetiştiren bir ülke olarak okulumuza kadar gelmiş bir dil var ve biz ondan gereği gibi yararlanamıyoruz. Aralarında dil formasyonu olan öğretmenler var; onlardan da. “Önce maaşsız çalıştık. Sonra geçici Eğitim Merkezlerinde çok düşük ücretlerle çalıştık. Bu kadar yıl emek verdik, şimdi sınıf öğretmeni olarak beni sınıftan uzak tuttuklarını görmekten çok üzülüyorum” diyor Afraa Öğretmen.

Bu öğretmenlerin varlığı, aynı zamanda Suriyeli çocukların anadillerini unutmamaları için de işlevsel hale getirilebilir. Haftada bir ders bile olsa, ders değil sadece Arapça konuşma saati bile olsa, seçmeli bile olsa… Almanya’da Türkiye kökenli ailelerin çocukları için Türkçe talep ederken de vurguladığımız gibi, kendi ana dilini iyi öğrenen çocuk, başka dilleri de daha iyi öğrenir. Hem ahlaki hem de pedagojik olarak önemli bir gerekçeden söz ediyoruz. Bu uygulama, aynı zamanda Türkiye’nin başka ülkelerden, Türkçe konuşan çocukların anadillerini unutmamalarını sağlayacak düzenlemeler yapmalarını istemesinin ahlaki ve pratik meşruiyet temelini de ifade ediyor.

“UNICEF ve İl Milli Eğitim Bakanlığı tarafından eğitim ve öğrencilerle ilişkiye dair sınıf öğretmeninin ana kurallarına dair destekli üç ayrı eğitim aldık” diyor bir kadın öğretmen. Okulda kalmasının kişisel bir öneminden de söz ediyor. “Ben engelli çocuk bakıyorum. Fizik tedavi aldırıyorum ve Türk vatandaşı olmadığı için tedavi giderlerini kendim karşılıyorum” diyor.

İsveç’te göçmen kökenli öğrencilere ders anlatan göçmen kökenli öğretmen.

Bu bağlamda projenin devam ettirilmesinin, özellikle pandemi ortamında kendileri ve aileleriyle birlikte ayakta kalabilmeleri bakımından ayrı bir önemi var. Geçici koruma statüsünde olmalarından dolayı vatandaşlık haklarından yararlanmadıkları, örneğin kısa çalışma ödeneği vesaire gibi yardımlar da alamadıkları bir zamanda, asgari ücretin bile altındaki bu ücretten onları mahrum etmek insani bakımdan da maliyet ortaya çıkarır.

“Bazı öğretmenlerin yaşı 50, 55. Bu yaştan sonra onların işten alınması kendilerine ve ailelerine çok zarar verebilir. Aralarında dul kadın öğretmenler de var ve onların iş bulmaları kolay değil” diyor bir kadın öğretmen. “Bazı ailelerde baba ve anne gönüllü eğitici. İkisi çalıştığında eve 4 bin TL giriyor. Şimdi bu olmazsa çocuklarını okuldan çıkarıp çalıştıracaklar mecburen” diye ekliyor.

Meselenin hakkaniyete uygunluğu tartışmalı başka bir yanı ise Suriyeli gönüllü eğiticilerin görevlerine son verilirken, PICTES kapsamında Suriyeli sığınmacılar için gelen UNICEF fonlarından ayda 4.500 TL ücretle görevlendirilen “Türk öğretmenler”in çalışmaya devam edecek olmasının doğurduğu algıda somutlaşıyor. Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü, bunun iki farklı proje olduğunu ve söz konusu gönüllü eğiticilerin PICTES kapsamında olmadıklarını ve UNICEF ile Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü arasında yapılan bir protokol çerçevesinde görev yaptıklarını belirtiyor. Bu bilgi doğru. Ancak gönüllü eğiticiler, projenin devam ettiği yedi yıl boyunca kendilerine ulaşan resmi evrakta ve yazışmalarda “PICTES kapsamına görevlendirilen gönüllü eğiticiler” ifadesinin yer aldığından söz ediyorlar ve şimdi bu evrak ve yazışmalar için “yanlış yazılmış” demenin anlamlı olmadığını dile getiriyorlar.

Öyle veya böyle, enikonu 12.000 kişiden söz edildiği ve Suriyeliler için gelen uluslararası kaynakların büyüklüğü dikkate alındığında, son tahlilde bu öğretmenler için kaynak ayrılmamasının, adalet ve makuliyet açısından anlamlı olmadığı söylenebilir.

Son olarak gönüllü eğiticilerden 3.000 kişinin, UNICEF, Milli Eğitim Bakanlığı ve Kızılay’ın koordinasyonunda, ücretleri Avrupa Birliği’nin FRIT Fonu (The EU Facility for Refugees in Turkey, AB tarafından Türkiye’deki sığınmacılar için sağlanan yardım) tarafından karşılanacak biçimde Ekim ayı içinde yeniden görevlendirilecekleri bilgisi var. Bu bilgi doğruysa, söz konusu eğiticilerin kapsayıcı eğitim ve kültürlerarası anlayış çerçevesinde daha fazla işlevselleştirilmesi için çaba sarf etmek yerine, onların dörtte biriyle yola devam edilmek istendiği anlamına geliyor.

Ne yapmalı?

Oysa gönüllü eğiticiler ve onların katkıları, geçen zaman ve edinilen deneyimler ışığında, çok boyutlu biçimde ve daha kapsamlı olarak yeniden ele alınması gereken bir konuyu ifade ediyor.

Bu çerçevede bazı öneriler şöyle tespit edilebilir:

  • UNICEF ile görüşülerek, sosyal uyum açısından onlara ihtiyacın devam ettiği ve özellikle de pandemi ortamında bunu sonlandırmanın insani olmayacağı vurgulanarak, onlar için sağlanan kaynağın devamı talep edilmeli. Bu olmazsa, sığınmacılar için sağlanan diğer kaynaklardan aktarma yapılarak bu sağlanmalı.
  • Okul ile öğrenci arasındaki iletişimi kolaylaştıran bu bağlantı noktasını veya kapsayıcı eğitimin bu işlevsel halkasını koparmamak için, zaman geçirmeksizin yeni bir düzenleme yapılmalı. Özlük hakları, çalışma koşulları ve ücretleri pedagojik ve insani gereklilikler ışığında yeniden belirlenmeli.
  • Onların öğretmen oldukları unutulmamalı ve okullarda sadece eğitim yardımcılığı değil, aynı zamanda, başta dil olmak üzere, öğretmenlik işlevlerini de ifa etmeleri sağlanmalı. Formasyonlarını burada almadıklarından dolayı öğretmen görülmemelerinin ve sınıflara sokulmamalarının onur kırıcı bir tutum olduğu fark edilmeli.
  • Bazı okullarda statülerinden yararlanarak onlara ayrımcılık yapan, görevlerine son veren veya onlara çay getirtmek gibi, eğitimle ilgili olmayan işler yaptıran okul yönetimlerinin bu tür ihlallerde veya gayri insani muamelede bulunamamalarının koşulları oluşturulmalı. Etkili bir denetim ve Ombudsman kurumunun bu açıdan işlevselleştirilmesi veya özel bir sığınmacı ombudsmanı çözüm olabilir.

Yanıbaşımızdaki kapsayıcı eğitim potansiyelini görebilmek

“Biz öğretmeniz, bize öğretmen muamelesi yapılmadı. Sonumuzun ne olacağını bilmek bizim hakkımız değil mi? Tazminat vesaire de vermeden 6-7 yıl hizmetten sonra bizi kenara bırakmak oluyor mu?” diye soruyor Selva Öğretmen.

Haklı bir sitem bu. Ama sadece insani boyutundan dolayı değil, kültürel açıdan zenginleştirici bir potansiyeli ifade ettiğinden dolayı da gönüllü eğiticilere ihtiyacımız var. Onlara öğretmen olarak da ihtiyacımız var.

Zira, özellikle 21. Yüzyılın ihtiyaç duyduğu kapsayıcı eğitim, tam da çeşitlilik, çoğulculuk, farklılıklara saygı gibi ilkelerle, kültürlerarası anlayışa uygun ve dezavantajlı öğrencileri de içerecek pozitif düzenlemeleri gerektiriyor.

Suriye kökenli öğretmenlerden öğretmen olarak yararlanmak ve Suriyeli çocukların anadillerini unutmamalarını sağlamak, sadece insani bir yaklaşımın veya sosyal uyumun gereğini isteyenlerin değil, Turgay Aldemir’in de tespit ettiği gibi, onların varlığından rahatsız olanların ve bir gün Suriye’ye dönmelerini isteyenlerin de savunmaları gereken bir uygulamayı ifade ediyor. Çünkü anadilini unutmayan ve dolayısıyla kaynak ülkeyle bağlantısını dil üzerinden koruyan bir kuşağın dönme ihtimali, doğal olarak, anadiline yabancılaşıp orada kendisini ifade etmekte güçlük çeken kuşağınkinden fazla olacaktır. Kısacası hak ve adalet perspektifinden bakanlarla ayrımcı ve dışlayıcı olanlar, bu konuda tamamen farklı gerekçelerle de olsa, ironik biçimde anadil eğitimi konusunda aynı noktada buluşabilirler.

Türkiye, bürokratik bakış açısının bildik korkularıyla önemli bir potansiyeli heba etmemeli. Öğretmenler ve öğrencileri yan yana getirmek önemliydi; ama bunu aradaki bariyeri kaldırarak onları sınıf ortamında buluşturarak, farklı kültürel perspektiflerin okul ortamında zenginleştirici olduğunu göz önüne alarak, dil öğretimi de dahil olmak üzere o öğretmenlerden öğretmen olarak da yararlanarak taçlandırmak gerek.

Türkiye, Suriyeli insan kaynağından, onların bilgi, birikim ve hünerleriyle, mesleklerini icra etmelerinin getirisinden hem bu insanları hem de tüm ülkeyi ve toplumu mahrum etmeyi tercih eden bir ülke.

Dileyelim gönüllü eğiticiler, bu yanlış işleyişin değişmesinin ilk adımı olsun.

spot_img

Yazılarımız ve gelişmelerden haberdar olmak için mail bültenimize abone olun.