Berat Can Okçu
Osmanlı sonrası Ortadoğu’da yönetim krizi, darbeler ve istikrarsızlıklar adeta bir kültür haline geldi. Bu krizlerin doğurduğu eşitsizlik ve iktisadi sorunlar, 2010’da Arap Baharı olarak isimlendirilen hareketleri doğurdu. Arap Baharı sonrası bölge toplumlarında her ne kadar yeni bir heyecan oluşturduysa da bu durum çok uzun sürmedi. Bu bölge içerisinde Tunus, diğer Arap ülkelerinden farklı olarak demokrasi ve sivil anayasa tartışmaları örnek teşkil eden ülkelerden biriydi. Ancak yakın zamanda ülkede yaşanan gelişmeler hem bölge için umutların yitirilmesine hem de siyasi uzlaşı kültüründe başa dönüldüğü izlenimi verdi. Peki, Tunus’taki son gelişmelerin tarihi arka planı ve darbeyi ateşleyen gelişmeler nelerdi?
Tunus’un Kısa Siyasi Hayatı
Tunus denildiğinde şüphesiz akla gelecek olan ilk isimlerden biri Habib Burgiba’dır. Fransa’da eğitimini tamamlayan Burgiba, Tunus’un Fransa’dan bağımsızlığını kazandıktan sonra devlet başkanlığı görevini ifa etmişti. Öğrenci olduğu dönemde, deneyimlemiş olduğu laiklik ve eğitim sistemlerini ülkesine uyarlamaya çalıştı. Burgiba, 1987’de üst düzey askeri görevlerde bulunmuştu. Zeynel Abidin’in başını çektiği bir darbeyle sağlık durumu bahane edilerek görevden uzaklaştırıldı. Zeynel Abidin cumhurbaşkanlığını devraldı ve “Yasemin Devrimi”ne kadar bu görevi sürdürdü. Tunus’taki otoriter sistemin yıkılmasını sağlayan bu olayla birlikte şeffaf seçimler gerçekleştirildi ve yeni bir anayasa oluşturuldu. Böylelikle devlet yapısında önemli değişiklikler yapıldı. Arap Baharı sonrası, ülkede olumlu gelişmeler yaşansa da sık yaşanan hükümet değişiklikleri ciddi bir siyasi istikrarsızlık iklimi oluşturdu.
Tunus’un Arap Baharı Sırasındaki Durumu
Ülkede 2000’lerde siyasi yozlaşma, enflasyon, fakirlik gibi nedenlerle çeşitli gösteriler yapıldı. Fakat bunlar Bin Ali iktidarını tehdit edecek seviyeye ulaşmamıştı. 17 Aralık 2010’da işportacılık yapan Muhammed Buazizi’nin mallarına belediye memuru tarafından el koyulmasına tepki olarak kendisini yakması, Arap Baharı’nı tetikleyen kıvılcım oldu. Bu olay Tunus halkının isyanına yol açtı ve halk yönetime karşı baş kaldırdı ve olaylar birçok Arap ülkesine yayıldı. Yaşanan gelişmeler sonucunda Bin Ali ülkeyi terk etti. Olayların ardından insan hakları savunucuları, muhafazakârlar, solcular ve sendikalar bir araya gelerek ülkenin geleceğini tartıştılar. Bunun akabinde Tunus Kurucu Meclisi, 24 Temmuz’da seçimlerin gerçekleştirileceğini ilan etti. Fakat çıkan ihtilaflar nedeniyle bu tarih 23 Ekim’e çekildi. Burgiba’nın katı laik kurallarını işleterek dini grupları ayrıştırmıştı. Kaldı ki bu gruplar En-Nahda ile Raşid Gannuşi önderliğinde birinci parti olmasına rağmen tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu yakalayamadığı için iktidar olamadı. Bu nedenle Et-takatol ve Cumhuriyetçi Kongre Partisi ile bir koalisyon oluşturdu. Üç partinin birlikte devlet yönetimine hâkim olduğu bir yapı kuruldu. Bu süreçle birlikte yeni bir anayasa hazırlama çabasına girişildi. Çalışmalar neticesinde yeni anayasa 26 Ocak 2014 tarihinde kabul edildi. Süreç hemen hemen tüm grupların uzlaşmasıyla sonlandı. Böylece Tunus tüm dünyaya örnek teşmil edecek demokrasi sınavını başarıyla verdi.
Darbe Öncesi Tunus’taki Siyasi Atmosfer
Nahda Partisi, 2019 parlamento aritmetiğinde en çok oyu alarak birinci parti olmayı başarmıştı. Parti lideri Raşid Gannuşi’nin Türkiye ve İhvan’a olan yakınlığı Cumhurbaşkanı Kays Said nezdinde bir mesele olarak görülüyordu. Aynı şekilde Gannuşi’nin Libya Başbakanı’na sıcak mesajlar vermesi de bir başka tartışma alanıydı. Kays Said zamanla Gannuşi aleyhine karalama kampanyası başlattı. Ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron ile görüşerek siyasi bir adım atmış oldu. Zira Said bir taraftan Nahda hareketinin Libya ile ilişkilerini Tunus’un resmi bir yaklaşımı olmadığını göstermek istemişti. Bununla birlikte Kovid-19 salgının oluşturduğu ekonomik daralma ve ortaya atılan yolsuzluk iddiaları da Nahda hareketine kamuoyu desteğini azaltan faktörlerden biriydi. Bu gelişmeler 25 Temmuz’da hükümet ve parlamento aleyhine protestoların başlamasını da ateşlemişti.
Cumhurbaşkanı Said’in Darbesi
Ülkedeki politik istikrarsızlığı ve son dönemdeki olayları gerekçe gösteren Kays Said, başbakanı görevden alarak meclis çalışmalarına ara verdi. Halkın bir kesimi kararı desteklerken bir kısmı bunu darbe olarak nitelendirdi. Bu tepkilere karşı Said, bunun bir darbe olmadığını savunarak yaptığının hukuka uygun olduğunu iddia etti. Halbuki Tunus Anayasası incelendiğinde Cumhurbaşkanı ancak milletin güvenliğini tehdit eden bir durumun olması halinde ve öncesinde Başbakan ve Temsilciler Meclisi Başkanına danışarak böyle bir adım atabilir. Fakat Cumhurbaşkanı Said ne Başbakan Meşişi’ye ne de Temsilciler Meclisi Başkanı Raşid Gannuşi’ye danışmıştır. Yürütme organıyla ilgili düzenlemeler incelendiğinde yürütmenin iki başlı olduğu ve birbirinden bağımsız şekilde hareket etmek zorunda olduğu açıkça belirtilmiştir. Buna rağmen atılan bu adım, Said’in yürütme gücünü kendisinde toplama gayretinde olduğunu göstermektedir.
Gelişmeler Gelecek İçin Neye İşaret Ediyor?
Bir dönem Dünya Bankası’nda da çalışmış olan Necla Buden Ramazan, Tunus ve Arap Dünyası tarihindeki ilk kadın başbakan olarak Cumhurbaşkanı tarafından atandı. Ramazan’ın atanmadan önce halk tarafından pek bilinmemesi ve siyaset tecrübesinin olmaması nedeniyle bu atama bir sürpriz olarak nitelendirildi. Nitekim Başbakanın seçim yerine atamayla göreve getirilmesi de Tunus’un Arap Baharı öncesindeki durumuna dönmeye başladığını gösteriyor. Siyasi olarak çok istikrarlı olmasa da en azından demokrasiyi 10 yıl boyunca muhafaza edebilen ender Ortadoğu ülkelerinden biri olan Tunus’taki bu durum otoriter yönetimlerden yaka silken bölge halkının ümitlerinin kırılmasına neden olmuştur.