Gürkan Demir
Çin, on yıllardır dünyanın yükselen gücü olarak anılıyor. Özellikle ticari anlaşmaları ile küresel piyasada gün geçtikçe daha fazla alanda hakimiyet kuruyor. Çin’in hakimiyetini genişletmesi, mevut statükonun patronu olan ABD’yi oldukça rahatsız ediyor. Amerikan strateji belgelerine de yansıyan bu durum, uluslararası düzeni ABD aleyhine bozacak tek güç olarak Çin’i işaret ediyor.
Çin’in Küresel Stratejisi
Çin, bir yandan ülkelere ucuz krediler sağlarken bir yandan da ülkelerin iletişim ağları, demiryolları, limanları, karayolları gibi temel altyapı hizmetlerinin ihalelerini üstlendi. Bu durum Çin sermayesi ve iş gücü ile iş yapan ülkeler için Çin’in partnerliğini kritik hale getirdi. Nitekim eski ABD Başkanı Trump birçok kez Amerikan şirketlerine çağrıda bulunmuş ve Çin’deki sermayelerini ABD’ye taşımalarını istemişti. Aksi durumda ABD’nin Çin’e bağımlılığından kurtulması oldukça zordu.
Çin’in uyguladığı stratejide ABD stratejisinden farklı bir nokta vardı; Çin iş birliği yaptığı ülkelerin rejimlerini ve ideolojilerini umursamıyordu. ABD için otoriter ve antidemokratik ülkelerle iş birliği yapmak imaj açısından zedeleyici oluyordu. Lakin Çin’in böyle bir kaygısının olmaması, tüm ülkelerle anlaşma yapabilme potansiyeline sahip olmasını sağladı. ABD, bu imaj zedelenmesini önlemek için sert askeri gücünü kullanmak zorunda olmasına karşın, Çin için böyle bir maliyet söz konusu olmuyordu.
Çin’in ekonomik olarak büyümesini, siyasi nüfuz ve askeri kapasite artışı takip etti. Çin, henüz askeri olarak ABD veya NATO kuvvetlerini yakalamadı. Lakin siyasi nüfuzu her geçen gün artıyor. Öyle ki, ABD, askerlerinin Suriye’den çekilip çekilmemesi için Temsilciler Meclisinde oylama yaparken; Çin, Suudi Arabistan ile İran arasında diplomatik ilişkileri tekrar dizayn etti.
Bu süreçten hemen önce Afganistan örneğini hatırlamak faydalı olacaktır. ABD’nin 2001 yılında başlattığı Afganistan işgali, 2021 yılında sonlandırıldı. 20 yıl süren işgal neticesinde Amerikan askerleri Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldı. Böylelikle Kuşak Yol projesinin Orta Koridoru ve Güney Koridoru için son derece stratejik öneme sahip Afganistan, nihayet ABD’den arındırıldı. Beklenildiği gibi Afganistan’daki yeni Taliban yönetiminin yeni yatırımcısı Çin oldu. Çin, ABD’nin 20 yıldır kontrol etmek için büyük maliyetler ödediği Afganistan’ı hem siyasi olarak hem de ekonomik olarak kendi stratejisine dahil etti.
Ortadoğu’da Çin Arabuluculuğu
ABD’nin hegemon olarak nitelendirildiği Ortadoğu coğrafyasında, geçtiğimiz günlerde Çin ‘sürpriz’ bir olaya imza attı. Çin, tam 7 yıldır diplomatik olarak ilişkilerini askıya alan iki büyük Ortadoğu devleti olan İran ve Suudi Arabistan arasında arabulucu oldu. Suudi Arabistan ile İran arasındaki Şii-Sünni gerginliği, Ortadoğu’nun kronik bir sorun sahasını oluşturuyordu. Şii yayılmacılığı ile Sünni yayılmacılığı birbirine karşıt argümanlar üzerinden Ortadoğu bölgesine yayılıyordu. Hatta bugün bile Yemen’de Suudi Arabistan ve İran, vekil aktörleri üzerinden Şii-Sünni savaşı vermeye devam ediyor.
Bölgesel olarak ciddi bir rekabet ve ideolojik düşmanlık barındıran İran ve Suudi Arabistan, Çin’in ev sahipliği yaptığı toplantıda resmen diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi için anlaşmaya vardı. Pekin’de yapılan görüşmelerin ardından iki ay içerisinde diplomatik misyonların kurulması konusunda mutabık kalındı. Anlaşmaya göre Suudi Arabistan ve İran birbirlerinin egemenliğine saygı göstereceğini ve içişlerine karışmayacağını dile getirdi. Uluslararası kamuoyuna ‘sürpriz’ olarak düşen bu anlaşma, Çin’in aldığı arabuluculuk inisiyatifi neticesinde başarıya ulaştı. Lakin Riyad ile Tahran yönetimleri arasındaki sorunların bir anda ortadan kalkmasını beklemek gerçekten uzak olacaktır. Bu anlaşma, iki ülke arasında diplomatik bir kanalın oluşturulabilmesi açısından önem taşıyor.
Çin, her rejim ile görüşebilme ve anlaşma yapabilme imkanını sonuna kadar kullanıyor. ABD’nin ise bu imkanı oldukça kısıtlı. Bu boşluğu gören Çin, demokratik veya antidemokratik olmasına bakmaksızın her ülke ile görüşebiliyor. Nitekim ABD’nin ve Batılı diğer devletlerin uzun yıllardır ambargolarla zayıflatmaya çalıştığı İran, bugün Çin ile yakın ilişkilere sahip. Öte yandan BAE ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri ile de Çin arasındaki yakınlık her geçen gün daha da artıyor.
Suudi Arabistan ile İran arasındaki anlaşmanın ‘ABD’ye rağmen’ mi yapıldığı önemli bir soru. ABD kaynaklarından yapılan açıklamada Suudi Arabistan’ın ABD’li yetkililerle bilgi paylaşımı yaptığı söylendi. Lakin ABD’nin ve bölgede ayrıcalıklı önem atfettiği İsrail’in bu anlaşmadan rahatsız olduğu görülüyor. Son günlerde İran’ın nükleer silah üretmek için adımlar attığı İsrail makamları tarafından yüksek sesle gündeme getiriliyor. Nitekim ABD Savunma Bakanı Austin’in geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği Ortadoğu turundaki öncelikli gündemlerinin başında İran’ın bölgesel tehditleri yer alıyordu. Bu tehditlerin hedefleri arasında İsrail, BAE ve Suudi Arabistan değerlendiriliyordu. Lakin Çin’in ‘sürpriz’ arabuluculuğu ile Suudi Arabistan bu denklemden bir anda sıyrıldı.
ABD’nin Suudi Arabistan ve BAE üzerindeki etkisi, özellikle Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın patlak vermesinden sonra oldukça azalmış gibi görünüyor. Savaş sonrasında Avrupa ve ABD, petrol üretimlerinin artırılması için OPEC+ ülkelerine çağrıda bulunmuş, lakin bu çağrı ters bir cevapla karşılanarak petrol üretimi düşürülmüştü. Bu durum ABD ile Suudi Arabistan arasında bir gerilim olarak yorumlanmıştı. Ayrıca Çin’in perde arkası diplomasisi ve Rusya-Ukrayna savaşı ile değişen küresel dengelerin etkisi olarak değerlendirilmişti.
Küresel Politikte Yükselen Çin
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşa bakıldığında da ABD’nin siyasi etkisinin, Çin tarafından zayıflatıldığı görülüyor. Rusya ile Ukrayna savaşının öncesinde ve savaş çıktıktan sonra ABD ve Batı ülkeleri net bir şekilde Rusya’ya karşı Ukrayna’yı destekledi. Bu durum ABD’nin diplomatik yollarla Rusya ile görüşme yapabilme imkanını ortadan kaldırdı. Lakin Çin, hem Rusya hem de Ukrayna ile görüşebilen bir devlet olarak ‘arabuluculuk’ tekliflerini defalarca duyurdu.
Arabuluculuk faaliyetleri, hayırhah bir politikadan daha çok küresel imaj ve siyasi nüfuz alanının genişletilmesi açısından değerlendirildiği takdirde, Çin’in oldukça başarılı olduğu görülmektedir. Çin, bu stratejisiyle hem siyasi nüfuz alanını genişletiyor hem küresel imajını güçlendiriyor hem de yatırımlarına devam edebilmek için çatışmaları sonlandırıp istikrarı teşvik ediyor. Küresel sermaye hareketlerinin, mevcut şekliyle devam etmesi Çin’in lehine bir durum ortaya koyuyor. Bu nedenle Çin için öncelik sistemin devamlılığının sağlanması yani istikrar. ABD için de bu durum tam tersi. Mevcut sistem ABD için her geçen gün daha tehditkar hale geliyor. ABD’nin çatışma alanları üreterek sistemi yavaşlatması masadaki seçeneklerden. Nitekim Ukrayna ile Rusya savaşı bu çerçevede değerlendirildiğinde farklı bir perspektif sunuyor.
Asya’da, Afrika’da, Ortadoğu’da ve Latin Amerika’da Çin’in etkisi gittikçe genişliyor. Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş sonrasında farklı şekilde küresel dengelerin oluşacağı düşünüldüğünde, Çin’in adımlarının küresel bir revizyon amacı taşıdığı söylenebilir.