Çin: NATO’ya mı ABD’ye Mi tehdit?

Yavuz Selvi

Çin’e karşı müttefik arayışında ABD’nin alternatifleri geniş değil.

14 Haziran’daki NATO toplantısı yaklaşıyor. Bu sefer gündemde Donbass krizi, Doğu Akdeniz’deki sorunlar ve Pasifik’teki mücadele gibi gerilimli konular var. NATO’nun bu sorunlar karşısında nasıl bir yol izleyeceği merak konusu.

Gerilimi artıran Pasifik’teki mücadele başlıca konular arasında. Her ne kadar NATO Sovyet Birliği’nin yayılmacı politikasına karşı kurulmuş olsa da günümüzde NATO’yu tehdit eden asıl faktör, Çin’in küresel bir aktör olarak ortaya çıkmış olmasıdır. Nitekim 2019’un Aralık ayında yapılan NATO zirvesinde Çin ilk defa “stratejik bir zorluk” olarak tanımlanmıştı. Ayrıca Çin’in ekonomik yükselişi ve hegemonik siyasetinin kendileri için bir risk barındırabileceği NATO raporlarında ifade edilmişti. Yeni aktör Çin ve geleneksel aktör Rusya’ya karşı yapılan bu toplantıda bazı sorulara cevap aranıyor. En önemli soru ise Çin’in NATO için mi yoksa Amerika için mi tehdit olup olmadığıdır. Eğer NATO için tehditse bu tespit beraberinde neyi getirir? Ve son olarak Türkiye’nin buradaki rolü ne olabilir?

II. Dünya Savaşı ile birlikte şu anki dünya düzenini kuran ve günümüzde hâlâ hegemonyasını sürdüren ABD, o tarihten bu yana ilk defa kendi “kalibresinde” bir ülkeyle, Çin’le karşı karşıya geldi. Çin’i Rusya’dan ayıran en belirgin özelliği, dünya ticaretinden aldığı payın yüksekliği ve iktisadi hacmin büyüklüğü oldu. Bu nedenle Çin’le mücadele daha zor ve Amerika’yı tahtından etmesi de daha mümkün görünüyor.

Elbette bütün bunlar, Çin’in bugünden yarına Amerika’nın yerini alacağı iddiasını yansıtmıyor. Ancak Çin’in bu potansiyeli güçlü bir şekilde taşıdığı anlamına geliyor. Amerika’nın Çin’e karşı aldığı tedbirler bu kaygının varlığını destekliyor. Bu kapsamda ABD, Çin’e karşı NATO silahını kullanmak istiyor. NATO’yu sadece Rusya ile mücadele eden bir yapı değil, aynı zamanda Çin’e karşıda mücadelede kullanacağı bir araç olarak da görüyor. Zira Çin daha şimdiden donanması ile Amerika’yı geride bırakmış durumda. Amerika büyük ihtimal bu yılki NATO toplantıda Çin vurgusunu daha güçlü yineleyerek Çin’in bir tehdit olduğunu ve bunun NATO sorunu olduğunu ifade edecektir. Böylece mücadeleyi müttefikleriyle paylaşmak isteyecek ve kendi yıpranma payını da azaltacaktır.

İşte tam da bu nedenle Çin’in NATO için bir tehdit olmaktan ziyade Amerika için büyük bir tehdit olduğunu çok daha yüksek sesle dile getirmek gerekir. Donbass krizinde Amerika’nın eski gücünün olmadığını ve geri adım atmak zorunda kaldığını izledik. Amerika’nın bu yaklaşımlarını Karabağ Savaşı’nda etkisinin zayıflığında, Ortadoğu’dan çekilmek için yaptığı yorumlardan gözlemliyoruz. Artık Amerika’nın gücünü her coğrafyada göstermekten ziyade birkaç noktaya toplamak istediğini ve bunu yaparken de NATO gibi müttefiklere eskisinden daha çok ihtiyacı olduğunu anlayabiliriz. Özellikle Şubat ayındaki Merkel-Biden görüşmesinde Biden’ın “Kuzey Akım 2” projesinde Almanya’ya yaptırım uygulanmayacağı sinyalini vermesi bunun bir göstergesi.

En önemli soru ise Türkiye’nin rolü ne olacak? Çin, Amerika için büyük bir tehdit olarak ortaya çıkmışken ve her geçen gün gücünü artırırken ABD, Türkiye ile ilişkilerini ne seviyede tutacak? Ermeni soykırımı iddiaları ya da S-400’ler gibi konularda aynı politikayı izlemeye ve Türkiye ile mesafeli durmaya devam edecek midir?

Bu soruya en güzel cevap, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in “Avrupa’yı sadece AB koruyamaz” şeklindeki ifadesinde somutlaşıyor. Stoltenberg, Avrupa’nın güvenliğini önemli ölçüde Türkiye gibi dışarıdan ülkelerin sağladığını belirtiyor. Türkiye’nin Rusya’ya karşı Ukrayna ve Polonya’ya sattığı İHA/SİHA’ları örnek verebiliriz. Türkiye, Karadeniz’de son günlerde artan gerilimlere karşı Rusya’nın önündeki hedef ülkeleri bu şekilde son sistem silahlarla donatarak NATO’nun kuruluş amacına hizmet eden en büyük ülkelerden biridir. Türkiye, bunların yanında özellikle son dört yılda kendini sahada da kanıtlamış bir ülke. 2016’dan bu yana yapmış olduğu sınır dışı harekâtlar da onun uluslararası bir aktör haline geldiğini gösteriyor.

Bütün bu sebeplerle, 14 Haziran’daki Erdoğan – Biden görüşmesi ilişkilerin iyileşmesi bakımından sadece Türkiye için değil Amerika içinde de bir fırsattır. ABD, eğer S-400’ler meselesini ve günlük çıkarlara hizmet eden politik söylemleri bir yana bırakarak Türkiye ile daha pragmatik bir ilişki içerisine girerse, Çin’in karşısında Türkiye gibi önemli bir müttefiki tekrar yanında görebilir.

İlişkilerin bir anda düzelmesi tabii ki beklenmemeli. Çünkü Amerika terör örgütleri üzerinden Türkiye’nin hayati önceliklerini tehdit etmeye devam edecek gibi duruyor. Geçtiğimiz günlerde Pentagon’un Türkiye’yi güneyinden tehdit edecek bir devlet kurmak amacıyla ortaya çıkan PKK/YPG oluşumunu desteklemesi ve eğit-donat için 522 milyon dolar bütçe talebinde bulunması müttefik ilişkilerini zedeliyor. Bunların nasıl aşılacağı merak konusu olduğu gibi asıl nokta ABD’nin Çin ve Rusya karşısında güçlü bir mücadele verebilmesi için nasıl bir tercih yapacağıdır.

spot_img

Yazılarımız ve gelişmelerden haberdar olmak için mail bültenimize abone olun.